E-fatura hakkında yazmadan önce, bu yazımda, düzenlemenin hedeflediği KOBİ’lerin ekonomik gerçeklerine değinmek istiyorum.
KOBİ’ler ile 2000’lerin başından beri haşır neşirim. Finansal Forum’da çalışırken Microsoft’un Çözüm 2000 projesi için bir yayın hazırlamıştım. Bulduğum tema basitti: Şirket yöneticileri kendilerini KOBİ sahibi yerine koysun ve sorularıma samimiyetle yanıt versin. Yayının sonuna, ilgi gösteren KOBİ’lerin yolculuğa başlaması için başvurabilecekleri yerel kanalların iletişim bilgilerini ekledim. Bütün bunları yaparken sadece genel yayın yönetmenine bilgi verdim ve onayını aldım. İşi bitirdiğimizde gazete hiç kazanmadığı parayı kazanmıştı.
Yıllar sonra bunun “kurumiçi girişimcilik” olarak adlandırıldığını öğrendim. Benim hayatımdaki karşılığı, “bu tür bir şey yaparsan, işini değiştirmek zorunda kalırsın” şeklindedir. Bu projeden beş kuruş kazanamadım ve işten ayrılmak zorunda kaldım. Ama bu deneyim güvenli bölgemden çıkıp daha iyi bir işe geçmemi sağladı ve hikaye hep böyle sürdü. Büyüyen KOBİ’lerin hikayelerinde benzerlikler buluyorum.
Çözüm 2000 ekini yaparken herkes, bugün olduğu gibi Türkiye’deki KOBİ’lerin ekonomi için ne kadar önemli olduğunu söylüyordu. Türkiye’de 3,2 milyon-3,3 milyon KOBİ olduğu ve bu KOBİ’lerin ülke milli gelirinin yüzde 90’ından fazlasını ürettiği tekrarlanıyor. Bu, teknoloji tarafındaki satış müdürlerine, “3,3 milyon KOBİ’nin yüzde 1’ine ulaşsan, 33 bin müşteri eder” mesajıdır. Bunu yapamazsan yerin tehlikede mesajını da içerir.
Bizim KOBİ’lere dayanan bu ekonomi modelimiz ile geldiğimiz nokta, sadece asgari ücreti konuştuğumuz ve bugün 20 yaşında çalışan bir çocuğun 45 sene sonra emekli olabileceği bir sistemdir. Omaha Kahini olarak anılan Warren Buffett’ın aklıma gelmesine neden olan da budur.
Parayı doğru yerde değerlendirmenin önemi
Buffett’ı, üretimin ve reel ekonominin gücüne inanan bir yatırımcı olarak tanıyorum. Teknoloji şirketlerinin piyasa değerleri uçarken “sakıza yatırım yaparım, teknoloji şirketlerine yapmam” tavrıyla uzun süre bu hisselerden uzak durdu. Bunu, Microsoft’un kurucusu Bill Gates ile sıkı dost olmasına karşın yaptı. Benim takip ettiğim son dönemde, daha pandemi ve lojistik krizi yokken demiryollarına yatırım yapmaya başlamıştı. Sonra ben takibi bıraktım.
Buffett’ın “dost acı söyler” tadında iki görüşü kalıcı olarak belleğimde. Birincisi, “asgari ücreti yükseltmeyin, asgari ücretle çalışanların sayısını azaltın” şeklindedir. Şu anda Türkiye’de oynanan popülist oyuna taban tabana zıt olan bu görüş, zaten içinden gözlemlediğimiz bir duruma işaret ediyor. Asgari ücret yükseldikçe paranın değeri yani alım gücünün düştüğü bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu bisiklete binmek gibi. Denge kaybolunca daha hızlı pedal çevirmeye başlarsınız ve sonunda bisikletin kontrolünü tamamen yitirmeye başlarsınız. Bunun bedeli basit bir düşüşle işi toparlamak yerine belki bisikletin de kırılmasına neden olabilen bir savrulmadır.
Bunu okuyup Buffett’a hemen işçi düşmanı ve bölüşüm sorununu önemsemeyen bir gafil yaftasını yapıştırmayın. Buffett, ilk işinde hesap uzmanlığı yaparken de çalıştığı şirkete emeklilik fonunun (mutual fund) eleştirisini yapıyor. Yanlış hatırlamıyorsam, emeklilik fonu getirisinin yüzde 1,8 dolaylarında olduğuna dikkat çeken Buffett, çalışanların emeklilik kesintilerinin şirketin kendi işinde kullanılmasını öneriyor. Neden basit: Şirketin kendi işi beş-altı kat yüksek kâr oranına sahip. İkincisi oluyor mu bilmiyorum ama her iki önermeye de sonuna kadar katılıyorum ve matematiğini size bırakıyorum.
Ekonomi farklı doğrular üzerine kuruludur
Bir ekonomi, bu tür bakış açıları üzerinde şekillenir ama araçları bambaşka yerlerden gelir. Dönüşüm rakamlarla değil, hayaller ve gerçeklerin karışımı ile belirlenir. Türk tiyatrosunun önemli ismi Muhsin Ertuğrul, tiyatronun yaygınlaştırılması üzerine düşünürken zamanın vapurlarındaki deneyiminden yola çıkıyor. İkinci mevkideki insanların, birinci mevkide oturan insanların yanında kendi gündelik kılıkları ile rahatsız olacağını düşünen Ertuğrul, Şehir Tiyatroları ile izleyicinin ayağına gidiyor. İnsanlar böylece, rahatsız bayramlıkları ile alışık olmadıkları bir salona gideceklerine gerçekten sevdikleri ve hayatı daha iyi anlamalarını sağlayan bir tiyatroyu elde ediyor. Bunun etkisini anlamam Şahin Tulga’nın HP Genel Müdürü’yken sergilediği bir sahne performansı ile oldu.
Bir sivil toplum kuruluşunun Anadolu’da şirketlerin bilişim teknolojileri kullanımını artırmak için düzenlediği bir etkinlikteydik ve Tulga konuşmacıydı. Adı anons edildiğinde ortada yoktu. Salonda saatlerdir bilişimin faziletleri üzerine konuşmalar dinlemekten uyku moduna geçmiş konuklarda bir kıpırdanma oldu. Herkes etrafa bakınırken koşarak sahneye çıkan Tulga, “Afedersiniz, gelirken durduğum benzin istasyonuna bir sunucu sattım. İhtiyaçları olduğunu ben de bilmiyordum” diye anlatmaya başladı. Salon canlandı ve bu sunumun ardından günün ilk sorusu geldi: “Bütün gelirlerimi göstersem bu vergi mevzuatıyla üç ay sonra şirketi kapatırım. İki ayrı defter tutmak zorundayım. Ne yapayım?”
Biz teknolojiye taparken işin gerçek sorunu başkaydı. Bu deneyimle, dijitalleşmenin nimetlerine odaklanırken acaba bu tür uyumsuzluklar var mı diye hep sorarım. Yeni e-fatura düzenlemesini düşünürken de bu ikilemi yaşadım. Hesabını bilmek plan yapmak kadar önemlidir. Daha ilerisi için uçtan uca yeni bir sistem kurgulamak gerekir. Umarım e-fatura düzenlemesinden, veriye dayalı bir işletme ve ülke modeli çıkar.
Şimdiden iyi bayramlar.